| |||||||||||||
SADIK SOFİLERGALERYSİTEDE ARASON YORUMLANANLARSİTEMİZE ZİYARETLER!
|
Ramazan Ayının FaziletiRamazan Ayı hakkında kaynaklarıyla güzel bir makale.. “Ey iman edenler! Allah'a karşı gelmekten sakınmanız için oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de farz kılındı.”[1] Ramazan-ı şerif, ayların en faziletlisidir. Oruç ayıdır. Kur’an ayıdır. Kur’ân-ı Kerîm’in inişi bu ayda başlamıştır. Ramazan ayı Allah Teala’ya itaat ve ibadet, iyilik ve ihsan, mağfiret, rahmet ve ilâhî rızâya ulaşma ayıdır. Ramazan-ı şerif içinde bin aydan hayırlı “Kadir gecesi” bulunmaktadır. Ramazan ayı mümin kulun din ve dünya işlerini düzeltmesine yardımcıdır. Duaların Cenâb-ı Hak tarafından çokça kabul edildiği bir aydır. İftarlar ve yardımlar sebebiyle akrabalık, dostluk ve komşuluk haklarının ihya edildiği bir aydır. Malî ibadetlerin bolca yapılmasıyla (zekât ve fitrelerle) fakirlere yardım elinin uzatıldığı bir aydır.
Sonunda sevinç günü olan ramazan bayramı ve bayram namazı vardır. Gündüzleri oruçla, geceleri teravih namazlarıyla ihya edilir. Son on gününde itikâf sünneti vardır. Kulluk bakımından kârlı, bereketli ve nuranî bir aydır. Ramazan ayı ve bu ayda oruç tutmanın faziletine dair birçok hadis-i şerif vardır. Bunlardan bazıları şunlardır.
Hz. Resulullah Efendimiz (s.a.v) buyurmuştur ki: “Eğer kullar ramazan ayındaki üstünlükleri bilselerdi, bütün senenin ramazan olmasını isterlerdi.”[2]
Resûlullah (s.a.v), bir hadis-i kudsîde Allah Teâlâ'nın şöyle buyurduğunu söylemiştir: "Âdemoğlunun her ameli kendisine aittir; ancak oruç hariç. Oruç benim içindir ve onun karşılığını ben vereceğim."[3]
Ashaptan Selmân-ı Fârisî (r.a) şu hadis-i şerifi rivayet etmiştir: Resûlullah (s.a.v) Şâban ayının son günü bize bir hutbe okudu ve buyurdu ki:
“Ey insanlar! Büyük bir ayın gölgesi üzerinize düşmüş bulunuyor! O ay içinde bulunan Kadir gecesi bin aydan hayırlıdır. Cenâb-ı Hak (c.c), bu ayda oruç tutmayı farz ve geceleri ibadet etmeyi nafile kılmıştır. Kim bu ayda hayırlı bir haslet ile Allah Teâlâ'ya yaklaşırsa, diğer aylarda bir farz eda etmiş gibi sevap kazanır. Yine bu ayda bir farzı yerine getiren diğer aylarda yetmiş farzı yerine getirmiş gibi sevap kazanır. Bu ay sabır ayıdır. Sabrın karşılığı ise cennettir. Bu ay yardımlaşma ayıdır. Bu ayda müminin rızkı artar. Kim bu ayda bir oruçluya iftar ettirirse, bir köle âzat etmiş gibi sevap kazanır ve günahları mağfiret edilir.”
Bu sözler üzerine biz dedik ki:
“Ey Allah'ın Resûlü! Bizim hepimiz bir oruçluyu iftar ettirecek imkâna sahip değiliz.”
Resûlullah (s.a.v) sözlerine şöyle devam etti:
“Oruçluya bir içim süt, bir içim su ve birkaç hurma vererek iftar ettirene de Allah Teâlâ bu sevabı verir. Kim bir oruçlunun karnını doyurursa, Allah Teâlâ onun günahlarını mağfiret eder. Yine onu benim kevser havuzumdan içirir ve ondan sonra hiç susuzluk çekmez. Oruç tutan kişinin sevabından bir şey eksilmeden, kendisinin kazandığı sevap kadar da iftar ettiren kişiye sevap verilir. Bu ay öyle bir aydır ki, evveli rahmet, ortası mağfiret ve sonu cehennemden âzat olmaktır. Bu ayda kölesinin (hizmetçisinin, işçisinin) işini hafifleten kişiyi Allah Teâlâ (c.c) ateşten âzat eder. Bu ayda şu dört haslete sıkıca sarılın; iki haslet ile Rabbinizin rızâsını kazanır, ikisine ise her zaman ihtiyaç duyarsınız, Rabbinizin rızâsını kazandıracak iki haslet şudur: Allah'tan başka ilâh bulunmadığına şehadet getirmek ve Allah'tan günahların bağışlanmasını dilemek. Her zaman ihtiyaç duyduğumuz iki haslet ise, Rabbinizden cenneti istemek ve cehennemden O'na sığınmaktır."[4]
Yine Hz. Peygamber (s.a.v) buyurmuştur ki:
"Ramazan ayının ilk gecesi gelince sekiz cennetin bütün kapıları açılır. Bu ay boyunca cennet kapılarından hiçbiri kapanmaz. Cenâb-ı Hak (c.c), bir nidacıya şöyle ilân etmesi için emir verir:
“Ey hayır arayan kişi, gel! Ey kötülükte ileri giden kişi, bırak! Günahlarının bağışlanmasını dileyen yok mu, bağışlansın! Dilekte bulunan yok mu, dileği verilsin! Tövbe eden yok mu, tövbesi kabul edilsin!'
Bu durum fecir doğup sabah oluncaya kadar böyle devam eder. Cenâb-ı Hak (c.c), her akşam iftar vakti, azabı hak etmiş bir milyon kişiyi cehennemden âzat eder."[5]
Resûlullah (s.a.v), Ramazan ayını "sabır ayı" diye isimlendirmiştir. Çünkü sabır; nefsi arzularından alıkoymak ve Allah'ın emrine hapsetmektir.
İmam-ı Rabbânî hazretleri de buyuruyor ki:
"Mübarek Ramazan ayı, çok şereflidir. Bu ayda yapılan nafile namaz, zikir, sadaka ve bütün nafile ibadetlere verilen sevap, başka aylarda yapılan farzlar gibidir. Bu ayda yapılan bir farz, başka aylarda yapılan yetmiş farz gibidir. Bu ayda bir oruçluya iftar verenin günahları affolur. Cehennemden âzat olur. O oruçlunun sevabı kadar, ayrıca buna da sevap verilir. O oruçlunun sevabı hiç azalmaz.
Bu ayda, emri altında bulunanların işlerini hafifleten, onların ibadet etmelerine kolaylık gösteren âmirler de affolur, cehennemden âzat olur. Ramazan-ı şerif ayında Resûlullah, esirleri âzat eder, her istenilen şeyi verirdi. Bu ayda ibadet ve iyi iş yapabilenlere, bütün sene bu işleri yapmak nasip olur.
Bu aya saygısızlık edenin, günah işleyenin, bütün senesi günah işlemekle geçer.
Bu ayı fırsat bilmeli, elden geldiği kadar ibadet etmelidir. Allah Teâlâ'nın razı olduğu işleri yapmalıdır. Bu ayı, âhireti kazanmak için fırsat bilmelidir."
Kur'ân-ı Kerîm Ramazan'da indi. Kadir gecesi bu aydadır. Ramazan-ı şerifte iftarı erken, sahuru geç yapmak sünnettir. Resûlullah bu iki sünneti yapmaya çok önem verirdi.
Bu ayda, her gece, cehenneme girmesi gereken binlerce müslüman affolur, azaptan âzat olur.
Bu ayda, cennet kapıları açılır, cehennem kapıları kapanır. Şeytanlar zincirlere bağlanır. Rahmet kapıları açılır. Allah Teâlâ, bu mübarek ay şanına yakışacak kulluk yapmayı ve razı olduğu, beğendiği yolda bulunmayı hepimize nasip eylesin!
Kıyamete kadar insanlığa hidayet yolunu gösterecek olan kelâmullah, levh-i mahfûzdan dünya semasına bu ayda indirilmiş, oradan da âyet âyet, sûre sûre iki cihan güneşi Hz. Muhammed'e (s.a.v) nâzil olmuştur.
Mekke'de başlayan nüzûl, Allah Resûlü'nün (s.a.v) peygamberlik süresince Medine'de devam etmiş ve yaklaşık yirmi üç senede tamamlanmıştır.
Âyet-i kerîmede nüzulün bu ilk merhalesi anlatılarak şöyle buyrulmaktadır:
"Ramazan ayı ki, Kur'an, insanlara hidayet rehberi, yol gösterici ve doğruyla yanlışı birbirinden ayıran açıklayıcı belgeler olarak o ayda indirilmiştir."[6]
Yüce Allah, kelâm sıfatıyla insanlara ve cinlere diyeceğini demiş, kitapların en mübareğini, zamanların ve mekânların en kıymetlisinde, insanların en şereflisine indirmiştir.
Yüce Allah, "Biz onu (Kur'an'ı) mübarek gecede indirdik"[7] buyurmakta; bu mübarek gecenin hangi gece olduğunu da, "Biz Kur'an'ı Kadir gecesinde indirdik"[8] buyurarak açıklamaktadır.
Görüldüğü gibi aylar içinde Kur'an'da adı geçen tek ay ramazandır. Bu da yüce Allah'ın, ramazan ayına ne kadar önem verdiğini göstermektedir.
Amellerin mükâfatı bu ayda diğer aylara göre kat kat artmakta, böylece günahlara kefâret olup, onları eritmektedir.
Resûl-i Ekrem (s.a.v), ramazan ayındaki rahmet ve bereketi şöyle müjdelemiştir:
"Kullar ramazan ayında ne kadar fazilet ve hayırların olduğunu bilselerdi, senenin tamamının ramazan olmasını temenni ederlerdi."[9]
"Kim inanarak ve sevabını yüce Allah'tan umarak oruç tutarsa geçmiş günahları affedilir. Kim de inanarak ve sevabını yüce Allah'tan umarak Kadir gecesini ibadetle geçirirse geçmiş günahları affedilir."[10]
"Kim ramazanda orucunu tutar, haddini bilir, korunması gereken şeylerden korunursa, bu onun geçmiş günahlarına kefâret olur."[11]
Ramazan orucunun ve ramazan gecelerinin ihyasının günahlara kefâret olması için, bu ibadetlerin bir ay boyunca devam etmesi şarttır.
Ramazanı oruçlu geçirenlerin bayram günü, bayram namazından evlerine dönerken bağışlanmış olarak döndükleri rivayet edilmiştir.
Kim ramazan ayının gündüzlerini oruçlu, gecelerini ibadetle geçirirse, gözünü, avretini, elini ve dilini haramdan korursa, namazlarını cemaatle kılarsa, cuma namazına erkenden giderse, ramazanda orucunu tutmuş, kâmil bir ecir kazanmış, Kadir gecesini ihya etmiş ve Rabbinin mükâfatı ile kurtulmuş olur.
Resûl-i Ekrem (s.a.v), ashabına ramazan ayının gelişini şöyle müjdelerdi: "Ramazan ayı geldi. O, mübarek bir aydır. Allah bu ayda oruç tutmayı size farz kılmıştır. Bu ayda cennetin kapıları açılır, cehennemin kapıları kapanır ve şeytanlar bağlanır. Bu ayda 1000 aydan daha hayırlı bir gece vardır. Kim bu gecenin hayrından mahrum olursa, gerçekten mahrum olmuştur.”[12]
Mümin, cennetin kapılarının açılmasına, günahkâr, cehennemin kapılarının kapanmasına ve akıllı kişi, şeytanların bağlanmasına nasıl sevinmesin? Düşünün! Bu zamana benzeyen başka bir zaman daha var mı?[13]
Abdurrahman-ı Tâhî Hazretleri (k.s) bir dostuna yazdığı mektupta şöyle der: "Bu ayı bir ganimet bilmelisin. Bu mübarek ayın her gecesinde binlerce insan cehennemden azat edilir. Cennet kapıları açılır. Cehennem kapıları kapatılır. Azgın şeytanlar dizginlenir. İftarda acele etmek, sahuru ise geciktirmek sünnettir. Özellikle bu iki vakitte Allah'a olan âcizliğimizi ortaya koymalıyız. Böyle yapana çok sevap verilir. Teravih namazlarını kılmak, Kur'ân-ı Kerîm'i hatmetmek Peygamberimizin hiç terketmediği müekked sünnetlerdendir. Dedikodu (gıybet) yapmaktan, boş sözler söylemekten, yalan konuşmaktan sakınmalısın. Mürşidinden uzakta ramazan ayını geçirdiğin için mahzun kalpli olmalısın. Bu ayda onunla beraber geçirdiğin günleri çokça hatırlamalısın. Virdlere ve özellikle bu ayda öğle namazından hemen sonra yapılan rabıtaya sımsıkı yapışmalısın."[14], [15]
Allah Dostlarının Ramazan Ayına Verdikleri Önem
Bütün Allah dostları ramazan-ı şerifte ibadet ve taate çok önem vermişlerdir. Mesela, "Seyyid Muhammed Raşid hazretleri (k.s) camiye çok bağlıydı. Hasta olduğu zamanlarda bile camide cemaat ile birlikte namazını kılardı. Farz ve vâcip ibadetlerinin dışında nâfile ibadetlere, bilhassa geceleyin yapılan amellere çok önem verirdi. Gece namazına kalkmayı ısrarla tavsiye ederdi. Vitir namazını geceleyin teheccüd ile birlikte kılardı. Kuşluk namazını normalde dört, ramazan ayında sekiz rek'at kılardı. Gecenin çok az kısmını uyku ile diğer zamanını güneş doğuncaya kadar ibadetle ihya ederdi. Ramazan ayında amelini artırır, gece ve gündüz olmak üzere günde iki defa tesbih namazı kılardı. Ramazanın ilk on beş günü teheccüd namazını aile fertleriyle, son on beş günü de camide cemaatle birlikte kılardı. Ramazanın son on gününde geceleri neredeyse uyumazdı. Kadir gecesine vasıl olmaya çalışırdı. Diğer zamanlar günde bir cüz Kur'ân-ı Kerîm okurken, ramazan ayında iki günde bir hatim indirirdi. Ramazan orucu dışında şevval ayı orucunu, arefe günü orucunu ve muharrem orucunu hiç terketmezdi."[16]
Kıssa: Her ayı ramazan gibi geçirenler
Adamın biri kendisine ve ailesine yardımcı olsun diye yeni bir câriye (hizmetçi kadın) satın almıştı. Ramazan ayı yaklaştığında câriye, adamın evinde bir hazırlık gördü. Onlara ne yaptıklarını sordu. Onlar da ramazan ayına hazırlık yaptıklarını söylediler; bunun üzerine câriye:
-Siz sadece ramazan ayında mı oruç tutuyorsunuz? Ben öyle insanların yanından geldim ki onların her ayı ramazan gibi ibadet ve oruçla geçiyordu. Lütfen beni onlara geri verin” diye rica etti.[17]
Ramazan Orucu
Oruç bir ibadettir, İslâm dininin temel farzlarındandır. Farz olduğunu, Kur’an ve Sünnet açıkça bildirmiştir. Bütün âlimler orucun farz olduğunda ittifak etmişlerdir.
Akıllı olan, bulûğ çağına gelen ve ramazan ayına ulaşan erkek-kadın her Müslüman’a oruç tutması farzdır. Oruç tutmamayı mubah kılan (serbest yapan) durumlar hariç, bu farz ölene kadar kimseden düşmez.
Oruç, niyet ederek fecrin doğuşundan (imsak vaktinden) güneşin batışına kadar yemekten, içmekten ve cinsî münasebetten uzak durmaktır. Beden ile yapılan bir ibadettir. Oruca Arapça “savm” denir.
Oruç tutmaya ve orucun başladığı vakte “imsak” denir. Oruç açmaya ise “iftar” adı verilir. Oruç tutmak için gece kalkılıp yenilen yemeğe de “sahur” denilir.
Ramazan orucu Müslümanlara hicretin 2. yılında Şâban ayının 10. günü farz kılınmıştır. Oruç ibadeti önceki ümmetlere de farz kılınmıştır. Bu durum Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle bildirilmiştir:
“Ey iman edenler! Takvâ üzere olasınız diye, oruç sizden önceki ümmetlere farz kılındığı gibi size de farz kılındı.”[18], [19]
Yalan, zulüm, düşmanlık, insanların mallarına, canlarına, ırzlarına göz dikmek gibi haram işlerden sürekli uzak durmadıktan sonra, yüce Allah'a yaklaşılmaz. Bu mânaya işareten Resûl-i Ekrem (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Kim yalan sözü ve onunla amel etmeyi terketmezse, Allah'ın, o kişinin yemeyi ve içmeyi terketmesine ihtiyacı yoktur."[20]
Seleften biri şöyle derdi: "Orucun kolayı, yemeyi ve içmeyi terketmektir."
Câbir (r.a) şöyle derdi: "Oruç tuttuğun zaman, kulağın, gözün ve dilin harama ve yalana karşı oruçlu olsun. Komşuna eziyeti terket. Üzerinde bir vakar olsun. Oruçlu olduğun gün ile olmadığın gün bir olmasın!"
Resûl-i Ekrem (s.a.v) buyurmuştur ki: "Oruç tutan bazı kişilerin oruçtan kazandıkları sadece açlık ve susuzluktur. Gece ibadet için kalkan bazı kişilerin ise kazandıkları şey sadece uykusuzluktur.”[21]
Bu hadisin mânası, sırrı ve hikmeti şudur: Yüce Allah'a yaklaşmak, O'nun dostluğunu elde etmek sadece mubah olan işlerin bazılarını terketmekle olmaz. Haramlardan mutlak surette kaçınmak gerekir. Haramları işleyip, mubah işleri terkeden kimsenin durumu, farzları terkedip, nâfile ibadetlerle Allah'ın dostluğunu kazanmaya çalışan kimsenin durumuna benzer. Böyle bir davranışla, yüce Allah'ın dostluğunu elde etmek mümkün değildir.
Şu olaydan ibret alalım: Resûl-i Ekrem (s.a.v) zamanında iki kadın, oruç tutmaya başladılar. Açlık ve susuzluk onları günün sonuna doğru güç bir duruma düşürdü. Neredeyse oruçlarını devam ettiremeyecek duruma geldiler. Bunun üzerine, oruçlarını açmaya izin vermesi için Hz. Peygamber'e (s.a.v) haber gönderdiler. Resûlullah (s.a.v) onlara bir kap göndererek, ona kusmalarını emir buyurdu. Râvi der ki: Onlardan biri verilen kaba kustu ve kap etle, kanla yarıya kadar doldu. Diğeri de aynı şekilde kustu ve kap doldu. Orada bulunan insanlar buna hayret ettiler. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (s.a.v) şöyle buyurdu:
"Bu ikisi, oruç tutmaya başladılar. Allah'ın kendilerine helâl kıldığı yiyeceklerden kendilerini korudular, ama Allah'ın haram kıldığı fiillerden sakınmadılar. Şöyle ki onlardan biri, diğerinin yanına gelip oturdu ve insanların gıybetini yapmaya başladılar. İşte bu, onların gıybet ederek yemiş oldukları insan etleridir,"[22], [23]
Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Sabır, imanın yarısı ve oruç da sabrın yarısıdır."[24]
Resûlullah (s.a.v) ibadet ehli ile oruç tutanın ortak özelliğini şöyle ifade buyurmuştur:
"Allah Teâlâ, ibadet eden genci meleklerine göstererek şöyle buyurur:
Ey benim için şehvetini, isteklerini bırakan, gençliğini benim için harcayan genç, sen benim yanımda bir melek gibisin."[25]
Oruç tutan hakkında da, "Ey meleklerim, şu kuluma bakınız, şehvetini, lezzetini, yemesini ve içmesini benim için terketmiştir"[26] buyurmuştur. [27]
Oruç tutanlar üç kısımdır.
1. Bu gruptakiler yemeyi ve içmeyi Allah için terkedenlerdir. Onlar yüce Allah ile anlaşmışlardır ve oruçlarının karşılığını sadece O'ndan beklerler. Muhakkak ki Cenâb-ı Hak, iyi amel işleyenlerin amellerini zayi etmez. O'nunla ticaret yapan zarar etmez, bilakis çok büyük kâr elde eder. Bu kişiye yüce Allah, cennette yiyecek, içecek ve hüriler verir. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
"Geçmiş günde işlediklerinize karşılık, âfiyetle yiyin, için."'[28]
Mücâhid (rh.a) ve daha başkaları, "Bu âyet oruçlular hakkında inmiştir" demişlerdir.
Bir hadiste şöyle buyrulmuştur: "Muhakkak ki cennette, reyyân denilen bir kapı vardır. O kapıdan oruç tutanların dışında kimse giremez."[29]
Enes'ten (r.a) rivayet edilen bir hadis şöyledir: "Oruçluların ağzından etrafa misk kokusu yayılır. Onlar için arşın altında bir sofra hazırlanır. İnsanlar mahşerde hesap verirken, onlar o sofradan yerler."[30]
Seleften biri anlatıyor: Bize ulaşan bir rivayet şöyledir: İnsanlar hesap verirken, oruçlular için bir sofra kurulur; onlar, o sofradan yerler. İnsanlar,
"Ey Rabbimiz! Biz hesap veriyoruz, onlar ise yemek yiyorlar" derler. Onlara şöyle seslenilir:
"Onlar oruçlu iken siz yiyordunuz. Onlar ayakta ibadet ederken siz uyuyordunuz."
Biri, rüyasında Bişr-i Hâfî'yi (k.s) gördü. Bişr'in önünde bir sofra vardı, ondan yemek yiyordu. O esnada Bişr'e şöyle sesleniliyordu: "Ey dünyada iken yemeyen, ye! Ey dünyada iken içmeyen, iç!"
Ariflerden biri rüyasında sanki cennete girmişti. Biri ona şöyle seslendi: Allah için bir gün oruç tutmuştun, hatırladın mı? O da cevaben, "Evet, hatırladım" dedi. Ârif olan zat rüyasını anlatmaya şöyle devam etmiştir: "Düğünlerde mutluluktan dolayı etrafa saçılan şekerler gibi orucuma karşılık olarak cennetten bana hediyeler verilmeye başladı."
Kim, Allah için yemeyi, içmeyi, şehvetini az bir zaman da terketse, yüce Allah ona karşılık olarak kendi katından bitmeyen yiyecekler, içecekler ve yaşlanmayan eşler verir.
Bir hadiste şöyle anlatılmıştır: |