| |||||||||||||
SADIK SOFİLERGALERYSİTEDE ARASON YORUMLANANLARSİTEMİZE ZİYARETLER!
|
HATME-İ HACEGAN ve ZİKİR MECLİSLERİBu değerli meclislerin faziletleri hakkında güzel bir yazı dosyası.. Zikir, “anmak, hatırlamak, yâdetmek, gaflet ve unutma halinde bulunmamak, namaz kılmak ve dua etmek” manalarına gelir.
Sûfîlerin ıstılahında ise, “Allah’ı belirli cümleler veya kelimelerle anmak” demektir. Zikir, yüce Allah’ın bilinen güzel isimleri ve tevhid kelimesi yani “lâ ilâhe illallah” ile yapılır.
Zikir, yüce Mevlâ’dan başka her şeyi gönülden çıkarmak; Rabb’in huzuruyla gönlün itmi’nan bulmasıdır. Zikir, insanın kalbini boş sevgilerden kurtarır. Allah aşkını kalbe yerleştirir. Bütün yüce ahlâk ve övülen sıfatlar kalp zikriyle kendisini gösterir. Bu aynı zamanda Allah’a vâsıl olabilmenin de temelini oluşturur. İşte bu yüzden zikir, Kur’an ve Sünnet’te teşvik edilmiş ve Allah dostları tarafından da tövbeden hemen soma en önemli sıraya alınmıştır.
Zikir Hak yolcusunun en önemli amelidir. Bu yüzden tasavvuf terbiyesinin ana hedefi, kalbi uyandırmak ve yüce Allah’a bağlamaktır. Bütün mesele kalbin uyanmasıdır. Kalbi uyanmayan bir kimse taklitten bir türlü kurtulamaz. İbadetin gerçek tadını alamaz. İlâhî emirlerdeki hikmeti ve inceliği kavrayamaz.
Gavs-ı Sânî hazretleri (k.s) bir sohbetlerinde zikir hakkında şöyle buyurdu: “Zikir kalbin gıdasıdır; gıdasını almayan kalp zayıflar ve sonra ölür. Kalp ancak zikir ile beslenir, kuvvetlenir, tatlanır, manen hayat bulur. Haramlar ve işlenen günahlar ise şeytanın gıdasıdır. İşlenen günahlar, insanın kalbini zayıflatır; onun düşmanı olan nefsi ve şeytanı kuvvetlendirir. Bu nedenle, insanın içinde kalp, nefis ve şeytan devamlı mücadele halindedir. Rabbü’l-âlemîn, ‘Bilesiniz ki kalpler ancak Allah ’ın zikriyle huzur bulur'[1] buyurmuştur.”[2]
Allah Teala (c.c) her anı zikirle dolu olan akıl sahiplerine dikkatle buyurmuştur ki; “Onlar, ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken (her vakit) Allah'ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler (ve şöyle derler:) Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın. Seni tesbih ederiz. Bizi cehennem azabından koru!”[3] Hak Teâlâ diğer bir ayette de şöyle buyuruyor: "Onlar, bıkıp usanmaksızın gece gündüz (Allah'ı) tesbih ederler."[4]
Diğer bir ayet de şöyledir: "Onlar öyle erlerdir ki herhangi bir ticaret ve alışveriş kendilerini Allah'ı zikretmekten, namazı kılmaktan ve zekâtı vermekten alıkoymaz. Onlar, yüreklerin ve gözlerin (dehşetten) ters döneceği günden korkarlar."[5][6]
Ebü’d-Derdâ’nın (r.a) rivayet ettiği hadis-i şerifte Resûlullah Efendimiz (s.a.v) zikrin insana ne kazandırdığını şöyle anlatır: “Size amellerinizin en hayırlısını, Rabb’iniz katında en temiz olanını, derecenizi en çok yükseltenini, altın ve gümüş infak etmekten, düşmanla karşılaşıp onları öldürmenizden veya onlarla savaşırken şehid düşmenizden daha hayırlı olanını haber vereyim mi? Bu amel, Allah’ı zikretmektir.”[7] Hz. Peygamber’in (s.a.v) zikrin faziletiyle ilgili hadislerinden bazıları şöyledir:
“Her şeyin bir temizleyeni vardır, kalbi temizleyen de Allah Teâlâ’nın zikridir .”[8] “Her şeyin bir cilası vardır, kalbin cilası da Allah’ı anmaktır.”[9] “Rabb’ini zikredenle etmeyen diri ile ölü gibidir.”[10] “İçinde Allah zikredilen ev ile Allah zikredilmeyen evin misali, ölü ve dirinin misali gibidir.”[11][12] "Kim bir yere oturur da orada yüce Allah'ı hiç zikretmezse, bu kendisi için bir noksanlık ve Allah katında kınama sebebi olur. Kim bir yere uzanır da orada yüce Allah'ı hiç zikretmezse, bu kendisi için bir noksanlık ve Allah katında bir kınama sebebi olur. Kim bir yolda yürür de bu esnada yüce Allah'ı hiç zikretmezse bu kendisi için bir noksanlık ve Allah katında kınama sebebi olur."[13]
Ebu Süleyman Dârânî (k.s.) der ki: “Cennete bir ova var, kul Allah’ı zikre başladı mı melekler bu sahaya ağaç dikmeye başlarlar. Bazan meleklerden biri ağaç dikme işine ara verir. Neden duruyorsun? Diye sorulunca, namına ağaç diktiğim şahıs zikre ara verdi, (fütur getirdi) de ondan, diye cevap verirler.[14]
Büyük ariflerden İbrahim b. Ethem (rh.a) zikrin güzelliği konusunda şöyle der: “Yüce Rabbim kendisini seven ve çokça zikreden dostlarının kalbine öyle bir zevk koymuştur ki, eğer dünya sultanları bunun ne kadar tatlı olduğunu bilselerdi onu ele geçirmek için bütün ordularıyla ariflerin kalbine hücum ederlerdi. Ancak Allah dostları onu gizlerler, sultanlar da ondan habersizdirler.”[15]
Zikir Meclisleri
Hz. Peygamber (s.a.v) zikir meclislerini cennet bahçesi olarak tanıtmaktadır. Bir gün, “Sizden biriniz cennet bahçesini görürse hemen girsin ” buyurdu. Sahabiler,
“Cennet bahçesi nedir?” diye sordular. Allah Resûlü, “Zikir meclisidir” diye cevap verdi.[16]
İbn Ömer’in rivayetinde Resûl-i Ekrem (s.a.v), yukarıda anlatılan cennet bahçelerinden bahsettikten sonra hadisin devamında,
“Allah Teâlâ’nın seyyar melekleri vardır, zikir yerlerini ararlar, buldukları vakit onları kuşatırlar.”[17]buyurdu.
Allâme İbn Allân es-Sıddıkî, el-Ezkâr şerhinde bu hadisi açıklarken şöyle diyor: “Zikir meclisine uğradığınız zaman siz de onlar ile zikredin veya onların zikirlerini dinleyin. Zira onlar şu anda ve gelecekte de cennet bahçelerindendirler. Nitekim Allah Teâlâ, ‘Rabb’inin makamından korkan için iki cennet vardır.’[18] buyurmuştur.”[19]
Ebû Hüreyre (r.a.) ve Ebû Said el-Hudrî’nin (r.a.) rivayetlerinde Allah Resûlü (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Herhangi bir kavim bir yerde toplanır ve Allah Teâlâ ’yı zikrederlerse, zikirleri esnasında melekler onları tavaf edip kuşatır, rahmetullâh onları kaplar, üzerlerine bir sekine nâzil olur ve zikir meclisinde bulundukları müddetçe Allah Teâlâ kendi indindeki meleklere onları göstererek bakın benim şu kullarıma diyerek onlarla iftihar eder.”[20]
Hz. Muâviye’den (r.a) rivayet edildiğine göre Allah Resûlu (s.a.v) bir gün ashabının yanına çıktı, onların halka kurup Allah’ı zikrettiklerini görünce, “Burada oturup ne yapıyorsunuz?” diye sordu. Onlar, “Allah’ı zikir ve hamdetmek için toplandık” dediklerinde, Resûl-i Ekrem. “Şimdi Cebrâil geldi ve bana Allah’ın sizinle meleklere övündüğünü haber verdi ’’dedi.[21]
Bir gün Ebû Hüreyre (r.a) sokakta gördüğü halka,
“Burada boşu boşuna ne duruyorsunuz; koşun mescide, orada Resûl-i Ekrem’in mirası bölünüyor. Siz de hakkınızı alın” der. Halk hemen mescide koşar ve böyle bir şey olmadığını görünce geri döner. Vaziyeti Ebû Hüreyre’ye anlatırlar ve,
“Biz bir taksimata tesadüf etmedik” derler. Ebû Hüreyre (r.a), “Ya ne gördünüz?” diye sorunca, onlar, “Kimi Kur’an okuyor, kimisi zikir yapıyor” dediler. Ebû Hüreyre (r.a), “İşte Resûl-i Ekrem’in mirası odur” dedi.[22]
Ebû Hüreyre’nin (r.a) bildirdiğine göre Allah Resûlü (s.a.v) şöyle buyurdular: “Allah Teâlâ’nın bazı melekleri vardır ki bunların vazifeleri yollarda dolaşıp ehl-i zikrin bulundukları yerleri aramaktır. Böyle zikir meclislerini de buldukları zaman hemen birbirlerine seslenip toplanırlar ve yeryüzünden gökyüzüne kadar o meclisin üzerini doldururlar. O zaman Cenâb-ı Hak her şeyi bildiği halde onlara sorar:
- Kullarım ne diyorlar? Melekler: - Seni zikir, tesbih, tekbir, tahmid ve temcid ediyorlar. Allah Teâlâ, - Onlar beni gördüler mi, diye sorar. - Hayır, vallahi görmediler, derler. Tekrar sorar: - Beni görseler ne yaparlardı? Melekler: - Seni görselerdi sana olan tahmidleri ve ibadetleri çok şiddetlenir, tesbihleri artardı. Allah Teâlâ yine sorar: - Peki, benden ne isterler? Melekler: - Cenneti isterler. Allah Teâlâ: - Cenneti gördüler mi? Melekler: - Hayır, vallahi görmediler. Allah Teâlâ: - Görseler nasıl olurdu? Melekler: - Görseler daha çok isterlerdi. Allah Teâlâ: - Bir sıkıntıları var mı? Melekler, - Evet yâ Rab, cehennem ateşinden korkuyorlar, ondan sana sığınıyorlar, derler. Cenâb-ı Hak yine merhametle sorar: - Onlar cehennemi görmüşler mi? Melekler, - Hayır, yâ Rab, görmediler, eğer görselerdi daha çok sakınırlar ve daha çok sığınırlardı, derler. O zaman Allah Teâlâ şöyle buyurur: - Siz şahit olun ey meleklerim, ben onlara muhakkak mağfiret ettim. Resûlullah(s.a.v) sözüne devamla şunu anlattı: - Meleklerden biri, - Onların arasında kendilerinden olmayan ve bir işi için gelen falan kimse de vardır, der. Allah Teâlâ: - Onlar öyle bir cemaattir ki onların arasında bulunanlar da şaki olmazlar.”[23], [24] Bir rivayette, Efendimiz (s.a.v), mescitte zikredenlerin yanına gelerek: “Sizin üzerinize Allah’ın rahmetinin indiğini gördüm; ona sizinle ben de ortak olmak istiyorum.” buyurdular ve halkaya oturdular.[25]
Yine Efendimiz (s.a.v), mescitte halka şeklinde toplanmış bir grup ashabının yanına uğradı. Onlara: “Burada ne yapıyorsunuz?“ diye sordu. Halkadakiler: “Allah’ı zikrediyoruz, bizi İslam’a ulaştırdığı ve ihsanlarda bulunduğu için O’na hamd ediyoruz.” Dediler. Efendimiz (s.a.v) onlara:
“Allah için soruyorum, siz gerçekten bunun için mi oturdunuz?” diye sordu; Sahabeler: “Vallahi biz ancak bunun için oturduk.” dediler. Bunun üzerine Efendimiz (s.a.v):
“Yanlış anlamayın, ben sizi suçlamak için yemin etmenizi istemedim. Ben sizin asıl niyetinizi öğrenmek ve size şu müjdeyi vermek için geldim. Bana Cibril geldi ve haber verdi ki: Allah sizinle melekleri yanında övünmektedir.“[26]
Diğer bir hadiste de: “Herhangi bir topluluk sırf Allah rızası için toplanıp Allah’ı zikrederse, görevli bir melek semadan onlara şöyle seslenir: “Günahlarınız affedilmiş olarak kalkın, hiç şüphesiz günahlarınız iyiliğe çevrildi.“[27], [28]
Hatm-i Hâcegân
Hâcegân, "ulu zatlar, efendiler, büyük hocalar" demektir. Hatm-i hâcegân "büyük velilerin tertip, talim ve tatbik ettikleri hatim" demektir. Bu zikre hatim ve hatme denmesinin bir sebebi şudur: Bu yolun büyükleri, müridleri ile bir meclis kurduklarında toplantıyı bu zikirle bitirirlerdi. Onlara has bir uygulama olarak bu zikre "hatm-i hâcegân" denilmiştir.
Bu zikirlere hatim denmesinin bir diğer sebebi, içinde okunan Fâtiha ve İhlâs'ların hatim sevabına denk olmasındadır. Çünkü Hz. Resûlullah (s.a.v), İhlâs sûresini üç defa okuyan kimsenin Kur'an'ı bir kere hatmetmiş gibi sevap elde edeceğini müjdelemiştir. Büyük hatmede toplam 1000 adet ihlâs sûresi okunmaktadır. Bu da üç yüz otuz üç (333) Kur'an hatim sevabına denktir.
Hatm-i hâcegân, sâdât-ı Nakşibendî nazarında çok kıymetlidir. Onun için büyükler bu zikre çok önem vermişlerdir. Öyle ki çok ciddi bir hastalık ve zor yolculuk halleri hariç, bütün ömürleri boyunca bu zikri yapmışlardır. [29]
Nakledildiğine göre Sultan Seyyid Muhammed Raşid (k.s.) hazretleri, müridleriyle birlikte karayolu ile hac yolculuğuna çıkmıştı. Hazret, yolculukta bile hatmeyi terk etmemişti. Hatta çölde arabaların arkasında halka kurdurarak hatmeyi yaptırmıştı. |