Nakşibendi Tarikatı - Öz değerleriyle birlikte.
ANASAYFA SİTEDE ARA FOTO GALERİ VİDEOLAR ANKETLER SİTENE EKLE SORU SORUN? İLETİŞİM

CANLI YAYIN İZLEYİN...

 
 
 

GALERY

ANKET

Yeni web sitemizi nasıl buldunuz?





Tüm Anketler

SİTEDE ARA


Gelişmiş Arama

SİTEMİZE ZİYARETLER!

 
Bugün Tekil662 
Bugün Çoğul815 
Toplam Tekil 8573882 
Toplam Çoğul12512995 
Ip 185.50.70.3

REKLAM

 

DESTEK

Nefsin Sıfat ve Mertebeleri

Nefsin Sıfat ve Mertebeleri

Tarih 30 Aralyk 2013, 22:38 Editör

Nefsin Sıfat ve Mertebeleri hakkında geniş malumat.. Menkıbelerle süslenmiş bir yazı..

   بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيم

أَجْمَعِينَ وَصَحْبِهِ وَآلِهِ مُحَمَّدٍ سَيِّدِناَ عَلىَ وَالسَّلاَمُ وَالصَّلاَةُ الْعَالَمِينَ رَبِّ لِلهِ اَلْحَمْدُ

 

NEFSİN SIFAT ve MERTEBELERİ

 

Kur'an-ı Kerim'de üç yüze yakın yerde “nefs” kelimesi geçmektedir. Bu kelime, filozoflar, kelâm, fıkıh ve tefsir âlimleri tarafından muhtelif manalarda kullanılmış; ruh, can, kalp, ceset, benlik, bir şeyin hakikati, özü ve bütünü gibi yirmiyi aşkın mana verilmiştir. Aslında nefsin mahiyeti tam olarak kelimelere dökülemeyecek kadar derindir. O yüzden nefsi en iyi kavrayanlar kâmil velilerdir.

 

Rabbanî âlimlerin tariflerinde nefs: “Kula ait illetli vasıfların kaynağı, kötülüklerin membaı ve içten vuran özelliği ile ruhun asıl âlemine yükselmesine mani olan tabii kuvvet” şeklinde tanımlanmıştır.

Hak yolunda kulun en büyük engeli kendi nefsidir. Manevi kirlerden temizlenmeyen nefis, Yüce Allah’tan perdelidir, taattan uzaktır, ilâhî sevgiden mahrumdur. Bu hüküm her devirde geçerlidir. Azgın nefis insanı öyle esir alır ki, Yüce Allah’ı bıraktırır kendisine kulluk yaptırır “Hevasını kendisine ilâh edinen kimseyi görmedin mi?”  [1] ayeti, nefsin ne derece azdığını ve onun elindeki insanın ne kadar alçaldığını göstermektedir. İnsan imanı ve dini için korkacaksa, kendi nefsinden korkmalıdır.

 

Bilmemiz gerekir, nefs bütün kötülüklerin başıdır. Âlimler, veliler, nefsin şerrinden Allah’a sığınmayı, şeytanın şerrinden sığınmaktan yetmiş derece daha lüzumlu görmüş ve Allah’a sığınmışlardır. Çünkü şeytan bazı şartlarda insanı terk eder. Allah’a takva ile yaklaşan kullara şeytan bir şey yapamaz. Ama nefs-i emmare öyle değildir. Hayatı boyunca insanın peşini bırakmaz.
Allahu Teâlâ şöyle buyurmuşlardır:


       وَأَمَّا مَنْ خَافَ مَقَامَ رَبِّهِ وَنَهَى النَّفْسَ عَنْ الْهَوَى فَإِنَّ الْجَنَّةَ هِيَ الْمَأْوَى

                                                                         

“Ama kim Rabbinin makamından korkup da nefsi hevadan nehyetmişse, varacağı yer muhakkak cennettir.”[2]

 Nefsi nehyedeceğimiz, yasaklayacağımız bu heva nedir? Müfessirler şöyle mana vermişler:

Nefsin hevası, ahirete hiçbir faydası olmayan, sadece dünyevî menfaatler için nefsin lezzet duyduğu, haz duyduğu her şeydir. Dünya lezzetleri için olan şehvet ve gazap hisleridir. Bunun için kim nefsini dünyanın lezzet ve şehvetinden men ederse muhakkak varacağı yer cennettir.

 Yemeden, içmeden, giyinmeden hacet miktarınca dünyadan istifade etmeden yaşamak mümkün değildir. Ama bu zaruret miktarının dışına nefsin şehvet ve gazap duygusu tesiriyle çıkarak kudsî vazifeyi unutmak hevadır.[3]

 

Menkıbe

Cafer b. Süleyman, Osman'dan naklediyor: Ebu Zer bir yerde konaklamış dinleniyordu.

"Ne istiyorsun, ey Ebu Zer?" diye sordum. Ebu Zer; "Uyuyacak bir yer arıyorum. İşte şu nefsim var ya, o bir binek­tir. Ona iyi davranmazsam, beni taşımaz" dedi.[4] Yani dengeyi korumak ve nefis atına ihtiyaç miktarınca yem vermek.


Fahr-i Cihan s.a.v. bir hadisi-i şerifinde “Nefsini bilen Rabbi'ni bilir” buyurarak, kişinin Rabbi'ne hakiki kul olabilmesinin yolunun, nefsini tanımasından geçeceğini ifade etmiştir.

 

Her nefs terbiye edilerek salih bir karakter kazanabilir. Hadis-i şerifte beyan edildiği üzere, “Her insan bir fıtrat üzere doğar. Sonra annesi babası onu yahudileştirir, hıristiyanlaştırır, mecusileştirir.”[5] Bu mukaddes haberin işaretinden de anlaşılıyor ki, insanlar çevrelerinin etkisiyle hayır ve şer istikametlerinde yönlendirilebilir. Bu itibarla nefs terbiyesinin lüzumu ve önemi açık bir şekilde anlaşılmaktadır.

 

S. Abdülhakim Hüseynî (k.s) hazretleri şöyle buyurmuştur: “Nefs, iki başı olan kırkayağa benzer. Bir başı alnının ortasındadır. Öbürü de karnının altındadır. Alnı ortasındaki nefis vücudun baş ve gövde kısmına hükme­der. Gözler, kulak ve aklın birçok meseleleri onun tesirinde kalır. Karnın altındaki nefsde bulunduğu mıntıkaya hükmeder.” [6]

 

Nefs ve şeytan faydalı birer alet mesabesindedir. Tıpkı ateş veya bıçak gibi. Ateşi evimizi ısıtmakta, yemeğimizi pişirmekte, etrafımızı aydınlatmakta ve daha birçok faydalı işlerde kullanırız. Ama dikkat edilmezse ateş insanın evini yakar. Bıçak elini doğrayabilir. Fakat kimse ateş evimi yakar, bıçak elimi doğrar diye bunları kullanmaktan vazgeçmez. Aynen bunun gibi, nefsin sayısız faydaları, yanlış kullanıldığı takdirde de büyük zararları vardır.

 

 

Menkıbe

Bir Allah dostu şöyle sohbet etmiş: “Eski devirlerde bir adam varmış. Yetmiş sene durma­dan ibadet etmiş. Oruç tutmuş. Cumartesiden cumartesiye iftar edermiş. Bir gün yüce Allah'tan bir dilekte bulunmuş. Fakat kabul edilmemiş. Bunun üzerine nefsine demiş ki:

Senin uğursuzluğun yüzünden dileğin kabul edilme­di. Eğer sende hayır olsaydı mutlaka isteğin olurdu!

Adamın nefsi hakkındaki bu samimi sözleri üzerine yüce Allah insan suretinde bir melek göndermiş. Melek de şöyle demiş: Ey Âdemoğlu! Samimi olarak şu bir anlık nefsini kö­tülemen, yetmiş yıllık ibadetinden daha hayırlıdır.[7]

 

Ebû Süleyman ed-Dârânî (rah) şöyle derdi: ‘’Nefse ait arzulardan birini terk etmek, kalbin ıslahı için bir yılı oruç ve ibadetle geçirmekten daha faydalıdır.”[8]

 

Nefsin Mertebeleri

Emr Âlemi’nden rabbanî bir lâtife olan insanî nefs, sıfatlarına göre farklı isimler alır. Hayvanî nefsin tesirinden uzaklaştıkça sıfatı değişir, mertebesi de yükselir. Nihayet tamamen billurlaşıp Rabbi'ne vasıl olur. İnsan, aşağıda ismi geçen mertebelerden sadece birinde olabilir. Üst mertebelere yükselebildiği gibi, geri de düşebilir.

 

Nefs-i Emmâre: Kötü his ve huyları, çirkin vasıfları barındırır. Şehvet düşkünü hayvanî nefsin hükmü altında olmakla, hayvanların yoluna girmiştir. Kötü işleri güzel görür. Hesap ve ahiret derdi yoktur. Sadece keyfini düşünür. Bu nefsin eserinden kibir benlik, hırs, şehvet, kıskançlık, cimrilik, kin, intikam, hiddet gibi huylar çıkar. Allah'ın düşmanıdır. Hadis-i kudside: “Nefsine düşmanlık et, çünkü o benim düşmanımdır.” buyrulmuştur. Kur'an-ı Kerim'de Hz. Yusuf a.s.'ın diliyle: “Ben nefsimi temize çıkarmam. Çünkü nefs, Rabbimin merhameti olmadıkça kötülüğü emreder“[9] buyrulmaktadır.

 

Bu nefsin bütün huyları bir kişide toplanırsa, o kişi şeytanların mertebesine düşer. Nefs-i emmarenin sahibi, ya fasık, ya münafık ya da kâfirdir. İtikadı düzeltmek, samimi tövbe ve terbiye ile tedavi olur. Tezkiye edilmezse, cehennem ateşiyle temizlenmesi kaçınılmazdır.

 

Menkıbe

Hz. Şuayb a.s.'a soru soran bir kişi: Ben her türlü günahı işliyorum, Allah beni cezalandırmıyor, demişti.
Allah Teâlâ’da Şuayb a.s.'a şöyle buyurmuştu: Ey peygamber! O kimse günah işleyip duruyor. Günahlarından ötürü kederlenmiyor, vicdan azabı duymuyor. Günah günahı artırırken pişman olup tövbe etmiyor. Bu, benim ondan uzaklığımın, onu muaheze ettiğimin, cezalandırdığımın alameti değil midir? [10]

 

Nefs-i Levvâme: Kendini kınayan, kötüleyen, azarlayan nefstir. Nitekim Allahu Teâlâ: “Nefs-i Levvâme'ye (kendini kınayan nefse) yemin olsun ki”[11] buyurmuştur.

Bu nefs sahibi, günah işlediğinde pişman olup tövbe eder, kendisini kınar, yapmamak için karar verir. Fakat günah önüne gelince duramaz, yine içine düşer. Sonra pişman olur. İyilik ve kötülük arasında gider gelir.

 

Kendini beğenme, çekişme, gizli riya, makam ve şehvet tutkusu gibi nefs-i emmârenin bazı vasıfları bu mertebede de bulunur. Fakat nefs hakkı hak; batılı batıl görür. Yine bilir ki, bu sıfatlarla huzurdan uzaktır. Fakat onlardan kurtulamıyor. Bu mertebede nefs ve şeytan birleşip vesveseyle kalbe saldırırlar. Tedavisi rabıta ve zikirdir.

 

Nefs-i Mülhime: Allahu Teâlâ nefsin isyan ve itaatini vasıtasız ilham ettiği için bu makamda nefsin adı mülhime olmuştur. Nitekim Kur'an'da : “Sonra da o nefse isyan ve itaati ilham edene yemin ederim”[12] buyrulmuştur.

Nefs, tevbe, zikir, rabıta ve mücahedeyle günahların ağırlığından ve şehvet bağından kurtulunca, ilham ve feyiz almaya kabiliyet kazanır. Devamlı olarak kâmil mürşidden kalbine ilhamlar gelir. Bu mertebede hayvanî nefs tamamen ıslah olur. Haramdan kaçar, hayırlara koşar.

Ruhunda ilâhi aşk ateşi parlamaya başlar. İlim, tevazu, yumuşaklık, kanaat, mertlik, sabır, belaya tahammül gibi, güzel hasletler belirir. Fakat şeytan ona açık ve bariz bir şekilde saldırmaya başlar. Kendini ve amellerini beğendirir, insanları küçük ve değersiz gösterir, ümitsizliğe düşürür, Allah'ın azabına karşı ona emniyet hissi verir. Bu makamda mürşidin himmeti olmazsa tehlikeye düşebilir. [13]

 

Diğerleri ise; nefs-i mutmainne, nefs-i râdiye, nefs-i merdiyye, nefs-i sâfiye mertebeleridir ki bunlar ehlullahtaki mertebelerdir.

 

Menkıbe

Mecnun bir keresinde Leyla'nın aşkı ile iyice kararsız kalmıştı. Leyla'ya gitmek için bir deve satın aldı ve yola çıktı. Uyumayı ve dinlenmeyi terk etti, epeyce yol aldı. Leyla'nın bulunduğu şehre yaklaştığı zaman,

"Artık sevgilimin şehrine yaklaştım" dedi; kalbi rahatladı, biraz gevşedi. Bu sırada kendisini uyku bastı, uyudu. Devenin geride "Kuşek" adında bir yavrusu vardı. Ondan zorla ayrılmıştı. Aklı fikri hep ondaydı.

Mecnun'un uyuduğunu fark edince, hemen yönünü çevirdi ve süratle yavrusuna doğru yol aldı, Kuşek'ın yanına vardı. Mecnun uyandı ki gittiği yol geri gelmiş.

 

Tekrar yola çıktı, Leyla'ya tam, kavuşacakken yine biraz dalıverdi. Deve yavrusunun derdindeydi. Hemen yönünü çevirip yavrusuna koştu. Mecnun Kuşek yüzünden bir türlü Leyla'sına kavuşamıyordu. Böylece üç ay yollarda kaldı da bu deve başıma bela oldu diye en sonunda deveyi terk etti, Kuşek ile baş başa bıraktı. Leyla'sına tek başına gitti. Hak yolunda nefis deve yerindedir. Kul onunla Hakk'a yol alacaktır. Ancak onun gerideki arzu ve beklentileri yok edilmezse, gözü hep arkada kalır, ilk fırsatta soluğu orada alır. Tam tövbe edilmeyen günahlar, nefsin kuşekidir.[14]

           
            Bu misalle nefsimize bakarsak, nefsin zatı Allah'ın azametini idrak edecek kabiliyettedir. Yaradılışında eksiklik yoktur. Nefs-i mutmainne, nefs-i râdiye, nefs-i merdiyye, nefs-i sâfiye gibi ehlullahın en yüksek mertebelerini hâvi olan nefsler, Allah'ın azametini idrak etmiştir. Ama emmâre, levvâme, mülhime gibi bizim sıfatlarımız ârızî vasıflardır. Eğer bizler seyr u sülûk ile ârızî vasıflarımızı tamamlar, hastalıklarımızı tedavi ile aslî suretlerine çevirebilirsek, tasavvufî hayatı yaşamış oluruz. Böylece yüksek sıfatlar kazanabiliriz.

 Allah Teâlâ Kur'an-ı Hâkim’de “Biz insanı en güzel surette yarattık.” buyurmaktadır. Bu yüzden insan Allah'ın emir ve yasaklarına uyduğu kadar âlî, Allah'ı unuttuğu kadar asi olur.
Hâtim-i Esam (r.ah) şöyle der: “Nefsimin istekleri ayak bağım, ilmim silahım, günahım hüsranım, şeytan ise düşmanımdır. Bu sebeple nefsimin arzularına aykırı davranır, ona tâbi olmam.’’[15]

      

Menkıbe

Mevlânâ Câmî (k.s) bir gün bir kimseye, "Ne iş yapıyorsun?" diye sordu. O da,

"Hamdolsun huzurluyum. Sıhhat ve afiyette bulunduğum halde dünyayı terk ederek bir köşeye çekildim. Cenâb-ı Hakk'ın zikri ile meşgul oluyorum" dedi. Mevlânâ Câmî buna cevap olarak,

"Huzur ve afiyet bu değildir. Huzur ve afiyet, insanın nefsinin emmârelikten kurtulup, itminana kavuşmasıdır. Nefsi itminana kavuştur da ister sakin bir köşede otur, isterse insanların arasında"[16] buyurdu.

 

Nefis tezkiyesi; onu küfür, cehalet, kötü hisler, yanlış itikatlar, fena ahlâklardan temizlemektir. Kısacası İslâmiyet’e aykırı her türlü itikadı, ahlâkî ve amelî yanlışlıklardan arındırmaktır.

Tasavvufta tezkiye, nefsin isteklerini azaltarak onun beden üzerindeki hâkimiyetini kırmak ve bu suretle ruhun hükümranlığına imkân sağlamaktır.

 

Nefsi tezkiyeye çalışmak ve bu uğurda ciddi bir gayretle seyrü sülûke girmek, ehemmiyetine ve zorluğuna binaen "cihad-ı ekber" kabul edilmiştir. Nitekim bu tabiri Hz Peygamber (s.a.v) pek zorlu geçen Tebük Gazvesi'nden dönüşlerinde bizzat ifade ederek ashabına, "Şimdi küçük cihaddan büyük cihada dönüyoruz" buyurmuşlardır.

Hâlbuki dönmekte oldukları sefer, pek büyük bir gazveydi. Zira seferin başından sonuna kadar münafıkların fitneleri ve şeytanın vesveseleri eksik olmamıştı. O yıl şiddetli bir sıcaklık ve kuraklık hüküm sürmüştü. Kat edilen yol, oldukça uzundu ve yaya yürümeye müsait değildi. Meyvelerin toplanacağı hasat mevsimi de gelip çatmıştı. Kendilerini kalabalık bir düşman ordusunun beklemekte olduğu haberi ise, bu gazveyi daha da zorlu bir sefer kılmaktaydı. 30.000 kişiyi aşan sahabe ordusu, 1000 km. gitmiş ve geri dönmüştü. Medine'ye yaklaşırken âdeta şekilleri değişmişti. Derileri kemiklerine yapışmış, saç-sakal birbirine girmişti. Hal böyleyken Resûlullah'ın (s.a.v) söylediği bu sözün hikmetini merak eden bazı sahabiler, hayretler içinde,

 

"Yâ Resûlallah! Halimiz meydanda, bundan daha büyük cihad olur mu?" dediklerinde Hz. Peygamber (s.av),

 

"Küçük cihaddan büyük cihada dönmüş bulunmaktasınız" buyurdu. Ashap, "Ey Allah'ın Resülü, büyük cihad nedir?" diye sorunca, "Büyük cihad, Allah'a güzel kulluk için nefsinizle vereceğiniz mücadeledir"[17] buyurdu.

 

Hz. Peygamber (s.a.v) bu konuya şöyle dikkat çeker: "Dikkat edin! Bedende bir et parçası vardır ki o iyi ve sağlam olursa bütün beden sağlam olur. O bozuk olursa bütün beden bozuk olur. Bilesiniz ki o, kalptir." [18]

 

Bu kalbi gafletten uyandırmak, kötü sıfatlardan arındırmak, nefsin esaretinden kurtarmak ve Hak Teâlâ'nın zikri ile huzur bulduğu bir hale getirmek dünyanın en mühim, en zor ve en gerekli işidir. Bu işe büyük cihad denir. Onun büyüklüğü alanı, zamanı ve düşmanından kaynaklanır. Bu cihad, insanın içini ve dışını yani bütün hayatını içine alır. Bu cihad, buluğ çağından başlar, son nefese kadar bir ömür boyu devam eder. Hedefteki düşman devamlı kötülüğü emreden nefisle şeytandır.

 

Menkıbe

Seyyid Hasan Şazelî k.s. hazretleri bir arkadaşı ile bir mağaraya girdi. Gayeleri nefslerini ıslah etmekti. Ancak mağarada halvette ibadetle meşgul iken birbirlerine şöyle diyorlardı:
“Muradımıza nasıl erer, nasıl keşif ve keramet sahibi oluruz? Ulu makam ve mertebelere nasıl ulaşırız?”
Onlar böyle konuşurken mağaranın kapısında bir ihtiyar peyda oldu. Selam verdi, aldılar. Ona kim olduğunu sordular. Şöyle cevap verdi: Ben Allah’ın kullarından biriyim, ismim Abdülmelik. Hayırdır, niye geldin?
Size hayret ettim, ondan geldim. Bizim şaşılacak ne halimiz var? Mağaraya nefsimizi, benliğimizi yok etmeye geldik. Hayır, siz mağaraya nefsinizi azdırmaya girdiniz. Ne gün evliya oluruz, ne gün gökte uçar, denizde yürürüz... Bunları konuşuyorsunuz. Mağarada olanın gayesi bu olmamalı. Ne zaman Allah’ın rızasını buluruz, Allah düşmanı nefsimizi ne zaman ıslah ederiz, kötü ahlâktan nasıl kurtulur, güzel ahlâkı nasıl kazanırız?.. Amacınız işte bu olmalı. Fakat sizin gayeniz bunlar değil. Bu sözler üzerine tevbe istiğfar ettiler. İşte, halis niyet ile o zat, bir tasavvuf büyüğü olan Hasan Şazelî hazretleri oldu.

 Kişi abid olsa, mağaraya girse, mağara nefsini yok etmiyorsa, çirkin sıfatlardan kurtarmıyorsa ibadetinin faydası yoktur. Gayesine ulaşamaz. Demek ki âlim, ilmi arttıkça kendi varlığını yok edecek. Abid, ibadeti çoğaldıkça hiçliğe, yokluğa; tevazu, vakar, merhamet ve doğruluğa erecek. Kibri ve kendini beğenmeyi terk edecek. Herkesin derecesine göre ilmi ve ibadeti vardır. Dolayısıyla herkes kendini kontrol etmelidir.[19]  

 

Şeyh Sa’dî-i Şîrâzî (k.s) anlatıyor:

Büyüklerden birinden, “Senin en inatçı düşmanın, iki yanın arasında bulunan nefsindir” [20] anlamındaki hadisi açıklamasını istedim. Şöyle cevap verdi:

 

“Bunun manası şudur: Herhangi bir düşmanın hediye, ikram ve iltifatla dostluğunu kazanmak mümkündür. Fakat nefis öyle bir düşmandır ki okşadıkça kabarır, şımarır, hürmet gördükçe serkeşliği artar, daha fazla azgınlığa düşer.” [21]

 

Muhammed b. Hanî k.s. hazretleri şöyle buyurmuştur:

“Ey kardeşim! Bir kâmil rehberin terbiyesine gir ve doğru yola koyul. Ona hizmet et. Amellerine dikkat et. O seni nefsinin işlerinden Allah Rasulü'nün ve sahabelerinin ahlâk ve ameline çevirmek istiyor. Bu uzun bir yolculuktur; sen bunu kısa sanma. İnsanın nefsi terbiye olmadıkça, Allah Rasulü'nün ve sahabelerinin ahlakıyla boyanamaz. Ve yine nefis, dünya işlerini mazeret göstererek seni menzil-i maksuda ulaştırmaz. İlmin ne kadar olursa olsun, sana bir gurur verir. Nefsin, hile ve tuzaklarıyla seni bekler. Nice büyük ulema ilmiyle mağrur olmuş, bu gizli tehlikeyi göremeyerek zarara uğramışlardır.” [22]

 

Biz kendi aklımız ve tedbirimizle nefsimizdeki bu noksanlıkları, kusurları v.s hastalıkları gideremeyiz. İsteriz fakat beceremeyiz. Bizim de kalbimizi gaflet uykusundan uyandıracak ve nefsimizi hayırlara karşı coşturacak bir saadetli ele ve o elin çekeceği rahmete ihtiyacımız var.

 

Allah Rasulü (s.a.v), nurlu halkasında bulunduğu halde nefsine karşı zayıf düşenleri bu şekilde ilâhî nur, manevî nazar, samimi dua ve sevgiyle destekleyip, kalplerini ihya, hallerini ıslah ediyordu. Dünya sevgisine ve nefsinin keyfine mağlup olmuş biz de, o nuru taşıyan bir gönülden nur çekip boş korkularımızı dindirmeliyiz.[23]

 

İbn Acîbe el-Hasenî (k.s) hazretleri bu hususta şöyle buyurmuştur:

‘’Hz. Peygamber’in s.a.v. usul ve yolu üzere terbiye veren kâmil mürşidlerin hali, insanlara aynı derecede yönelmek ve onların tabiatında değişim gerçekleştirmektir. Onlar, (Allah’ın izniyle) günahkâr kimseyi itaatkâr, kâfiri mümin, gafili zakir, cimriyi cömert, kirliyi temiz, kötüyü iyi, cahili ârif yaparlar. Bu şekilde insanların kimyasını (mizacını) ve halini değiştirirler; çünkü onların yanında bunun iksiri vardır. Bu iksir, varlığın kimyasını ve tabiatını değiştirme özelliğine sahip olan ebedî aşktır.’’ [24]

 

Bu temizlik rahmet ve nur ile olmaktadır. Bir arifin irşad dairesine giren kimse, bu nurdan ve rahmetten bolca nasiplenir ve edeblenir.

 

Ebû Süleyman Davudî İskenderî k.s. hazretleri ise: ‘’Bir Allah dostunun peşinden, isterse, bir adım olsun gitmen; Kendi boş arzunla, nefsine göre, yüz bin fersah yürümenden daha hayırlıdır. Allah dostu bir zattan tek bir kelime işitmen ve yanında bir lâhza kalman; senin için, babanın ve zâhiri öğretmenin yirmi yıl terbiye öğretmesinden daha yararlıdır. Çünkü Allah dostu senin ruhunu, öbürleri dış yapını terbiye eder’’[25] buyurmuştur.

 

Kısacası her işin ve yolun kolay bir tarafı vardır. Kalbi tasfiye ve nefsi terbiye etme noktasında en kolay ve en güzel yol Allah dostlarına tabi ve teslim olup onların gösterdiği yol ve hal üzere gitmektir. Mevlana k.s. hazretlerinin buyurduğu gibi: ‘’Peygamberler ve onların vârisleri, yani kâmil mürşitler, insanlık peçesi ile örtülmüş bir güneştir. Onların himayesine sığın ki seninle bin pazarlık yaparak sana düşmanlık eden nefsinin elinden kurtulasın! Senin bu hareketin, senin için bütün ibadet ve taatlerden daha faziletlidir. Bunu yapmakla ileri gitmiş olanları çoktan geçersin.‘’[26]

 

Allahü Teâlâ bizleri Sadat’ın himmet ve bereketiyle Allah dostlarına hakiki manada tabi olup nefsini ve Rabbini bilen kullarından eylesin inşallah. Âmin.



[1] Casiye/23

[2] Naziat, 40-41

[3] Semerkand Dergisi, Nefs ve Ahiret Hesabı, Mehmet Ildırar, Eylül 2006

[4] Ebu Nuaym el-İsfehani- Hilyetü’l-Evliya

[5] Müslim

[6] Semerkand Dergisi, Nefsimiz ve Biz, Mehmet Ildırar, Eylül 2005

[7] Yar İle Şimdi, Dr. Ahmet Çağıl

[8] Ebû Talib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulub

[9] Yusuf, 53

[10] Semerkand Dergisi, Nefsimiz ve Biz, Mehmet Ildırar, Eylül 2005

[11] Kıyame, 2

[12] Şems, 8

[13] Semerkand Dergisi, Ebediyet Yolculuğunda Nefs, Ahmet Safa, Aralık 2003

[14] Kalbin Hastalıkları, Siraceddin Önlüer

[15] Gazâlî, Mükâşefetü’l-Kulûb, s. 26.

[16] Mevlânâ Safî, Reşehât, s. 120.

[17] Hatîb, Târfhu Bağdat, 13/523-24; Beyhakî, ez-Zühdü'l-Kebîr, nr. 373; Ali el-Müttakî, Kenzü'l-Ummâl, nr. 11260; Süyûtî, el-Câmiu's-Sagîr, nr.

    6107; Azizî, SirâcO'l-MOntr, 3/60.

[18] Buhârî, İmân, 39; Müslim, Müsâkât, 107; Ibn Mâce, Fiten, 14; Dârimî, Büyü, 1.

[19] Semerkand Dergisi, Gaye Nefsi Islah Olmalı, Mehmet Ildırar, Ağustos 2010

[20] Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 1/168 (nr. 412).

[21] Sa’dî-i Şîrâzî, Gülistan, s. 180.

[22] Nefis Terbiyesi ve İlâhi Huzur, Mehmet Ildırar,

[23] Allah Yolunda Yardım ve Cömertlik, Dilaver Selvi

[24] Bahrü’l-Medid fî Tefsîri’l-Kur’âni’l-Mecîd, İbn Acîbe el-Hasenî, s.2/317

[25] Yar ile Şimdi, Dr. Ahmet Çağıl

[26] Tahirül Mevlevî, Şerhi Mesnevî, V, 1390 (B. No: 2963-2967)

Bu yazı 67204 defa okunmuştur.

Delicious  Facebook  FriendFeed  Twitter  Google  StubmleUpon  Digg  Netvibes  Reddit




Nefs Terbiyesi

Nefs-i emmare, insanın yaratılışı ve ruh nedir?

Nefs-i emmare, insanın yaratılışı ve ruh nedir? Nefs-i emmare, insanın yaratılışı ve ruh nedir?

Nefsin Mertebeleri

Nefsin Mertebeleri Ayetler ışığında Nefsin Makamları - Mertebeleri..

MENZYL SYLSYLE-Y ALYYYE

Söz ve Resim
Yetmiş iki millete bir göz ile bak...!

Hacı Bektaşı Veli

SÖZLÜK

(c) Web sitemizin Vakıf, dernek vb. kuruluşlar ile resmi bir bağı kesinlikle yoktur, tamamen kişisel çabalarla kurulmuş bir web sitesidir. Ancak istifade edilmesi için yazı ve linklerini kaynak belirterek yayınlayıp, destek verdiğimizde olabilir. Ayrıca diğer kaynaklardan, ehli sünnet çizgisinde gördüğümüz çalışmaları kaynak göstererek sitemizde yayınlamaktayız. Niyetimiz, sayısız faydasını gördüğümüz, Kuran ve Sünnet esaslı bu yüce Nakşibendi yolunu insanların tanıması ve istifade etmesine vesile olabilmektir. Sitemizden emeğe saygı çerçevesinde kaynak göstererek her türlü alıntı yapılabilinir. www.NaksibendiTarikati.com
RSS Kaynağı | Yazar Girişi | Yazarlık Başvurusu

Alt Yapy: MyDesign - Dizayn ve Hosting: Ri-Mer Bili?im