Açıklama: Ehl-i Beyt ve Onları Sevmenin, Tabi Olmanın Önemi, Kur-an ve Sünnet üzere açıklamalı bir yazı..
Kategori: Tasavvuf-Nakşibendilik
Eklenme Tarihi: 26 Mayys 2014
Geçerli Tarih: 19 Mart 2024, 10:50
Site: Nakşibendi Tarikatı - Öz değerleriyle birlikte.
URL: http://www.naksibenditarikati.com/detay.asp?icerikID=268
Allahu Teâlâ’yı seven kimse, elbette O’nun sevdiklerini de sever. Önce Allah’ın
Habibi Hz. Rasûlullah’ı (s.a.v) sever. Sonra ona ait olan, ondan sayılan, onunla
anılan her şeyi sever. Sevmesi de gerekir. Bunların başında Ehl-i Beyt gelir.
EHL-İ BEYT KİMDİR?
Ehl-i Beyt, Hz. Rasûlullah (s.a.v) Efendimizin ailesi ve evlâtlarıdır.
Mü’minlerin anneleri, Hz. Fatıma, Hz. Ali, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin (r.anhüm),
Ehl-i Beytin şerefli ferdleridir.( Râzî, Tefsir-i Kebir, XXV, 181)
Rasûlullah (s.a.v) Efendimizin şerefli nesebi Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin
vasıtasıyla devam ettiği için, onların kıyamete kadar gelecek olan evlâtları da
Ehl-i Beyt’in birer parçasıdır Onları sevmek her mü’minin vazifesidir. Bu sevgi
çok şerefli ve gereklidir. Kalbinde azıcık Ehl-i Beyt sevgisi bulunmayan kimse,
Hz. Rasûlullah’ın sevgisinde yalancıdır.
Aşağıda vereceğimiz ayet ve hadislerde görüleceği üzere, Hz. Rasûlullah’ın
kendisine tâbi olan amcaları ve onların çocukları da Ehl-i Beyt’ten
sayılmıştır.( Bkz:Ibn Atıyye, el-Muharraru’l-Veciz, IV, 384. (Beyrut, 1993))
Allah Teâlâ, Hz. Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in ehl-i beytini bizzat Kur’an’da
zikretmiş ve onlara şu şekilde iltifatta bulunmuştur:
“Ey Peygamber hanımları! Namazı kılın, zekâtı verin; Allah’a ve Rasûlü’ne itaat
edin. Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak
istiyor.” (Ahzab/33)
Ümmü Seleme validemiz (r. anha) demiştir ki: “Bu âyet-i kerime benim evimde
indi. Hz Rasûlullah (s.a.v) Ali, Fâtıma, Hasan ve Hüseyin’i çağırdı. Onları
Hayber yapımı geniş bir elbisenin altına topladı, kendisi de içine girdi ve:
“İşte bunlar benim ehl-i beytimdir” buyurdu.
Sonra inen ayet-i kerimeyi okudu ve:
“Allahım! Onlardan kötülükleri gider. Onları tertemiz et!” diye duâ etti. Ben:
“Yâ Rasûlellah, ben Ehl-i Beytten değil miyim? dedim.” Hz. Rasûlullah (s.a.v),
“Sen benim ehlimsin. Sen zaten hayır içindesin” buyurdu.(
Taberî, Câmiü’l-Beyân, Cüz:XXII, Shf:7; Ibnu Kesir, Tefsir, VI, 412-413.)
Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz, Ashâb-ı kirâmı ve ümmetim Ehl-i Beyt’in hukunu iyi
koruma konusunda şiddetle uyarmıştır:
Zeyd b. Erkam (r.a) anlatıyor: Allah Rasûlü (s.a.v), Mekke ile Medine arasında
Hummen denilen suyun başında bir hutbe verdi. Allah’a hamd, sena ve zikirden
sonra şöyle buyurdu:
“Ey insanlar! Dikkat ediniz; ben bir beşerim. Rabbimin ölüm elçisinin gelmesi ve
benim ona icabet edip aranızdan gitmem yakındır. Sizlere hukuku ağır iki
kıymetli emanet bırakıyorum. Birincisi Allah’ın Kitabı’dır. Onda nur ve hidayet
vardır. Allah’ın Kitabına sımsıkı sarılın. Onunla meşgul olun, onu öğrenin,
öğretin; hükümlerini anlayın. İkinci emanet Ehl-i beytimdir. Ehl-i Beytim
hakkında Allah’tan korkmanızı hatırlatırım. Ehl-i Beytim hakkında Allah’tan
korkmanızı hatırlatırım. Ehl-i Beytim hakkında Allah’tan korkmanızı
hatırlatırım. ” Zeyd
b. Erkam’ı dinleyenler arasında bulunan Husayn b. Sebre,
“Ey Zeyd, Rasûlullah’ın (s.a.v) zevceleri de Ehl-i Beytten midir?” diye sordu,
Zeyd (r.a),
“Tabi ki Efendimizin hanımları da Ehl-i Beyttendir. Fakat Rasûlullah’ın (s.a.v)
haklarının korunmasını istediği Ehl-i Beyt, kendilerine sadakanın haram olduğu
kimselerdir” dedi. Husayn,
“Onlar kimdir?” diye sorunca Zeyd b. Erkam (r.a),
“Ali’nin ailesi, Akîl’in ailesi, Cafer ve Abbas’ın âilesidir” dedi. Husayn,
“Bunlara sadaka haram mıdır?” diye sorunca, Zeyd (r.a),
“Evet” dedi. (Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe, 36; Nesâî, Sünen-i Kübrâ, Menâkıb, 9.)
Âlimlerin ekseriyetine göre Ehl-i Beyt, Rasûlullah (s.a.v) Efendimizin şerefli
aileleri, kızı Hz. Fâtıma, damadı Hz. Ali, torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin
(r.anhüm) ve kıyamete kadar oların sulbünden gelen zürriyetleridir. Yani Hz.
Hüseyin’in torunları olan seyitler ve Hz. Hasan’ın torunları olan şerifler Ehl-i
Beyt’in günümüzdeki şerefli mensuplarıdır. Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in
şerefli nesli, kıyamete kadar hiç kesilmeyecektir.
Hz. Hüseyin’in (r.a) oğlu Ali Zeynelâbidîn (rah), babası Hz. Hüseyin’in şehid
edilmesinden sonra, Şamlılar tarafından esir edilerek Dımeşk’a getirildi. Onu
böyle gören zalim bir Şamlı: “Sizin kökünüzü kazıyan ve fitnenin başını kesen
Allah’a hamdolsun!” diye, güya onların fitne başı olduğunu ima etmeye çalıştı.
Zeynelâbidîn (rah), adama,
“Sen Kur’an’ı okudun mu?” diye sordu, adam,
“Evet, okudum” dedi. Zeynelâbidîn (rah),
“Sen, Allah Teâlâ’nın, “Resûlüm,
onlara de ki: ‘Ben bu davetime karşılık olarak sizden bir karşılık ve ücret
beklemiyorum; sadece yakınlarıma sevgi göstermenizi istiyorum’ (Şûrâ/23)
âyetini okumadın mı?” diye sordu. Adam,
“Bu ayette sevilmesi emredilen yakınlar siz misiniz?” diye sorunca, İmam, “Evet,
onlar biziz” dedi.( Taberî, Cüz:XXV, Shf:33 (Beyrut, 1995); Suyûtî, ed-Dürrü’1-Monsûr,
VII, 348)
Bir gün İmam Azâm (rah) hocası İmam Cafer es-Sadık hazretlerinden ilim ve hadis
dinlemeye gelmişti. Hocası elinde bir asa ile çıkageldi. İmam Azam (rah), “Ey
Rasûlullah’ın evlâdı, siz henüz asaya ihtiyaç duyacak bir yaşta değilsiniz”
dedi. Cafer es-Sâdık (rah),
“Evet dediğin gibidir, fakat bu elimdeki asa Hz. Rasûlullah’ın asasıdır; onu
bereket için yanımda taşıyorum” dedi. İmam Azam (rah), hemen ileri atılıp
bastona sarıldı ve, “Ey Rasûlullah’ın evlâdı, müsaade buyurun, onu öpeyim” dedi.
Cafer es-Sâdık (rah) hemen kolunu açtı ve İmam Azam’a göstererek:
“Vallahi sen bilirsin ki bu ten Hz. Peygamber’in hücrelerini taşıyan bir tendir
ve şu gördüğün kıllar da onun kılındandır. Onu öpmüyorsun da asayı öpmek
istiyorsun!” dedi. Bununla, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in zürriyetinin Hz.
Peygamber’in (s.a.v) bir parçası olduklarını hatırlattı (Bkz: Muhammed Besyûnî,
es-Seyyidc Fâtımatu’z-Zehrâ, 37. (Beyrut, 1990))
EHL-İ BEYTİ SEVMEK İMANIN ALÂMETİDİR
Allah Teâlâ, müminlere Resûlü’nün sevilmesini farz kıldığı gibi onun parçası
olan ve kendisine inanan yakınlarının da sevilmesini, bu şekilde Peygamber’in
(s.a.v) sevindirilmesini istiyor. Bir ayet-i kerimede şöyle buyrulmuştur:
“Resûlüm onlara de ki: Ben bu davetime karşılık olarak sizden bir karşılık ve
ücret beklemiyorum; sadece yakınlarıma sevgi göstermenizi istiyorum.” (Şûrâ/23)
İbn Abbas (r.a) naklediyor: Bu ayet-i kerime indiği zaman, bazıları, “Yâ
Resûlellah! Sevmemiz vacip olan bu yakınlarınız kimlerdir?” diye sordular;
Efendimiz (s.a.v),
“Ali, Fâtıma ve onların çocukları Hasan ile Hüseyin” buyurdu.
(Tabarânî, el-Kebîr, No: 2641; Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, IX, 168)
Efendimiz (s.a.v), başka bir hadislerinde, onları dost edenleri kendisinin de
dost edeceğini, onlara düşmanlık edenlere kendisinin de düşman olacağını beyan
buyurmuştur. (Hâkim, Müstedrek, III, 149; Tabarâni, el-Kebîr, No:2619, 2620)
Resûlullah (s.a.v) Efendimiz, Ehl-i Beytin sevgisinin, kendisini sevmekten ileri
geldiğini şöyle belirtmiştir:
“Sizi nimetleriyle rızıklandırıp gıdâlandırdığı için Allah’ı seviniz. Beni
Allah’ı sevdiğiniz için seviniz. Ehl-i Beytimi de beni sevdiğiniz için seviniz.” (Tirmizî,
Menâkıb, 32; Hâkim, Müstedrek, III, 150.)
Efendimiz’in zevcesi Ümmü Seleme (r. anha) anlatıyor:
Resûlullah (s.a.v) Ali, Fâtıma, Hasan ve Hüseyin’le yemek yedi. Yemekten sonra,
onları üzerindeki elbise ile sardı ve,
“Allahım! Bunlara düşman olana sen de düşman ol; bunları seveni sen de sev!”
diye duâ etti. (Ebû Ya’lâ, Müsned, No:6951; Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, IX,
166-167.)
Resûlullah (s.a.v) Efendimiz’in amcası Abbas (r.a) bir gün üzüntülü bir şekilde,
Efendimiz’in huzuruna geldi ve,
“Yâ Resûlellah! Kureyş bizden ne istiyor; birbirleriyle karşılaşınca güler yüz
gösteriyorlar, bizimle karşılaşınca yüzleri değişiyor!” diye şikâyet etti. Allah
Resûlü (s.a.v) bu hâle çok gazaplandı; yüzü kıpkırmızı oldu. Sonra,
“Allah’a yemin ederim ki, bir kalp sizleri Allah ve Resûlü için sevmedikçe o
kalbe iman girmiş olmaz”
buyurdu ve şöyle devam etti:
“Ey insanlar! Kim amcama eziyet ederse, bana eziyet etmiş olur. Hiç şüphesiz bir
kimsenin amcası babası gibidir.” (Tirmizî,
Menâkıb, 28; Ahmed Müsned, I, 207.)
Resûlullah (s.a.v) Efendimiz, Hz. Ali’ye hitaben: “Yâ
Ali, seni ancak mümin olanlar sever; sana ancak münafıklar buğzeder.”
buyurmuştur.( Müslim, iman, 131; Tirmizî, Menâkıb, 20; Nesâî, iman, 19.)
Allah Resûlü (s.a.v), Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin (r.a) için, “Bunlar
benim evlâdımdır; evlâdımın çocuklarıdır. Allahım! Ben onları seviyorum, sen de
sev. Allahım, onları sevenleri de sev!”
diye duâ etmiştir. (Tirmizî,Menâkıb, 50; Beğavî, Mesâbihu’s-Sünne, IV, 194. (No:
4829))
Büyük arif Muhyiddin b. Arabî hazretleri (k.s) demiştir ki: “Allah Resûlü
(s.a.v), Allah Teâlâ’nın emriyle bizden yakınlarına muhabbet etmemizi
istemiştir. (Şûrâ/23) Bundan sonra bir mümin Hz. Peygamberin (s.a.v) bu talebim
kabul etmezse, yarın kıyamet gününde ona hangi yüzle bakacak ve onun şefaatini
nasıl umacaktır?”
Bir sadık âşık demiştir ki: “Sevgilinin yaptığı her şey sevgilidir. Eğer senin
Allah ve Resûlü için muhabbetin sahih ise, Hz Peygamber’in (s.a.v) Ehl-i Beytini
de seversin. Herkesin imanı onların muhabbeti ile ölçülür.” (Ibnu Arabî,
el-Futûhâtu’1-Mekkiyye, I, 29. Bölüm. (Özetle alındı))
EHLİ BEYT, KIYAMETE KADAR DEVAM EDER; HER MÜ’MlNE ONLARA HÜRMET ETMEK VE
HAKLARINI KORUMAK GEREKİR
Hz. Resûlullah (s.a.v) Efendimiz buyurmuştur ki:
“Şüphesiz, (âhirete) çağrılıp gitmem yakındır. Size iki büyük ve hukuku ağır
emanet bırakıyorum. Birisi, Aziz ve Celil olan Allah’ın kitabı Kur’an. Diğeri de
gözümün nuru ehl-i beytimdir. Allah’ın kitabı Kur’an; semadan yeryüzüne
uzatılmış (ilâhî ve nuranî) bir iptir. Lâtif ve Habir olan (her şeyi bilen
Rabbim) bana bildirdi ki: Kur’an’la ehl-i beytim (âhirette) Havz-ı Kevser’in
başında bana gelene kadar birbirinden ayrılmayacak. Öyleyse, sizler (size emanet
ettiğim) bu iki şeyde bana nasıl halef olduğunuza (benden sonra onlara nasıl
davrandığınıza) iyi bakınız; onların hakkını korumaya dikkat ediniz!”
(Ahmed, Müsned, 111,17;V,182;Tabarânî, el-Mu’cemu’1-Kebir, V, 154 (No:4922,
4923). Bkz: Tirmizî, Menâkıb, 32 (No:3788. Aynı konuda biraz farklı bir
rivayet))
Hz. Resûlullah’ın (s.a.v) gerçek âşığı Ebû Bekir Sıddîk (r.a) demiştir ki:
“Resûlullah’m Ehl-i Beytini sevip memnun ederek Resûlullah’ın (s.a.v) hatırını
gözetin. Vallahi, Resûlullah’ın yakınlarının haklarını korumak, benim için kendi
yakınlarımın haklarını korumaktan daha sevimlidir.” (Buhârî, Fedâilü Ashâbi’n-Nebi,
12.)
Hz. Resûlullah (s.a.v) Efendimiz buyurmuştur ki:
“Sizin en hayırlınız, benden sonra Ehl-i beytime karşı en hayırlı davranan
kimselerdir” (Hâkim.
Müstedrek, III, 311; Ebû Ya’lâ, Müsned, No:5924)
“Allah’a yemin ederim ki, bana ve ehl-i beytime buğzeden ve bizi kızdıran kimse,
muhakkak cehenneme girer.” (Hâkim,
Müstedrek, III, 150; ibnu Hıbbân, el-Ihsân, XV, 435. (No:6978).)
“Ehl-i Beytim Nuh’un gemisi gibidir; ona binen kurtulur; uzak duran boğulup
helâk olur.” (Hâkim,
Müstedrek, III, 151; Ahmed, Müsned, III, 157; Tabarânî, el-Kebîr, No:2636-2638.)
“Rabbim bana, Ehl-i Beytim içinde kim Allah’ın birliğini ve benim
peygamberliğimi kabul ederse ona azap etmeyeceğini vaadetti.” (Hâkim,
Müstedrek, III, 150.)
Şu hâdiseden ibret alalım:
Ashabın hafız ve ileri gelen âlimlerinden Zeyd b. Sâbit’e (r.a) binmesi için bir
hayvan getirildi. Abdullah b. Abbas (r.a) hemen üzengisini tutup binmesine
yardımcı olmaya çalıştı. Zeyd (r.a), “Ey Resûlullah’ın amcaoğlu, lütfen böyle
yapma, üzengiyi bırak!” dedi. İbn Abbas (r.a):
“Biz âlimlerimize ve büyüklerimize karşı böyle davranmakla emrolunduk” dedi.
Bunun üzerine Zeyd b. Sabit (r.a), “Elini bana verir misin?” dedi ve İbn Abbas
elini uzatınca onu öptü ve, biz de Hz. Peygamber’in ehl-i beytine karşı böyle
davranmakla emrolunduk” dedi. (lbnu Abdilberr, Beyâni’1-tlm, I, 127; Kandehlevî,
Hayâtu’s-Sahâbe, II, 440. Son kısmı hâriç bkz: ibnu Hacer, el-lsâbe, No:2888;
(Beyrut, 1995); Hâkim, Müstedrek, III, 423.)
Müfessir İbn Kesir (rah) demiştir ki: “Ehl-i Beyte karşı hayır tavsiyede
bulunan, onlara karşı iyiliği, hürmet ve ikramı emreden kimseyi yadırgamayız.
Çünkü onlar tertemiz bir zürriyetten gelmektedirler. Onlar, övünme, nesep ve
itibar yönünden yeryüzündeki en şerefli hanenin evlâtlarıdır. Özellikle Hz.
Rasûlullah’ın şerefli sünnetine tâbi olan ve ondan hiç ayrılmayan Ehl-i Beyt, bu
hürmet ve hizmete en lâyık kimselerdir. Çünkü Efendimiz (s.a.v) sahih bir
hadiste:
“Size iki tane hukuku ağır emanet bırakıyorum. Birisi Allah’ın Kitabı, diğeri de
Ehl-i Beytimdir. Kur’an ve Ehl-i Beytim, kıyamette havzın başında bana kavuşana
kadar birbirinden ayrılmayacaktır”
buyurmuştur. (Ibnu Kesir, Tefsir, VII, 201. (Riyad, 1997))
Müfessirlerin imamı Fahruddin er-Râzî (rah.) demiştir ki:
“Resûlüm onlara de ki: Ben bu davetime karşılık olarak sizden bir karşılık ve
ücret beklemiyorum; sadece yakınlarıma sevgi göstermenizi istiyorum”
âyet-i kerimesi (Şûrâ/23) Resûlullah’ın (s.a.v) Eh-i Beytini ve Ashabını
sevmenin vacip olduğunu göstermektedir. Allah Resûlü (s.a.v) sahih hadislerinde:
“Fatıma benden bir parçadır; onu üzen beni de üzer” (Ibnu
Kesir, Tefsir, VII, 201) buyurmuş, Hz. Ali’yi, Hasan ve Hüseyin’i sevdiğini
belirtmiştir. Efendimizin sevdiği kimseleri sevmek, bütün ümmete vaciptir.
Sonra, her namazın sonunda Hz. Peygamberin Ehl-i Beyti’ne salât ve selâm
okunması, bütün ümmete emredilmiştir. Bu büyük bir makamdır; onlardan başka hiç
kimseye nasip olmamıştır. Bütün bunlar gösteriyor ki, Hz. Peygamberin Ehl-i
Beyti’ni sevmek vaciptir.
Yukarıdaki âyetin içine Efendimize iman ve itaat eden bütün Sahâbe-i Kiram da
girmektedir. Onlar da Efendimizin yakınlarıdır. Kısaca, Ehl-i Beyt’i ve Ashâb-ı
Kiram’ı sevmek vaciptir.
Bir hadiste: “Eh-i
Beytim Nûh’un gemisine benzemektedir. Ona binen kurtulur; binmeyen suda boğulur”
buyrulmuştur. Bir diğer hadiste ise: “Ashabım
yıldızlar gibidir; hangisine tâbi olursanız doğru yolu bulursunuz” buyrulmuştur.
Şu anda bizler, ilâhî teklif denizinde bulunuyoruz. Bu arada şüphe ve şehvet
dalgalan da devamlı bize çarpıp durmaktadır. Denizde giden bir kimsenin iki şeye
ihtiyacı vardır. Birisi, kusuru bulunmayan ve içine su geçilmeyecek şekilde
sağlam bir gemi.
Diğeri de, yön tayin edecek açık parlak yıldızlar. Bir kimse sağlam bir gemiye
biner ve parlak yıldızlarla yönünü belirlerse, hedefine selâmet içinde ulaşır.
Bunun gibi, biz ehl-i sünnet cemaatı da, Hz
Peygamberin Ehl-i Beytinin muhabbet gemisine bindik ve gözlerimizi hidayet
semasının yıldızlan olan Ashâb-ı Kirama diktik; böylece yol alıyoruz. Bu durumda
Allah Teâlâ’dan ümidimiz bizleri dünya ve âhirette selâmete ulaştırmasıdır. (Râzî,
Tefsir-i Kebir, XXVII, 143.)
İmam Şafiî (rah.) başka bir sözünde Ehl-i Beyt sevgisinin farz olduğunu şöyle
dile getirir:
“Ey Resûlulllah’ın Ehl-i Beyti! Sizi sevmek bize farzdır. Allah indirdiği
Kur’an’da böyle emretmiştir. Size salât okumadan namaz kılanın namazının kabul
olmaması, sizin için en büyük bir övünç kaynağıdır ve bu size kâfidir.”
(Muhammed Afif ez-Za’bî, Divânu’ş-Şâfii, 72)
“Allah ve melekleri devamlı Peygamber’e salât ediyor; ey müminler siz de ona
salât edin ve tam bir teslimiyetle selâm verin.” (Ahzab/56.)Âyeti nazil olunca,
Ashab’tan bazıları, Rasûlullah (s.a.v) Efendimize gelerek:
“Yâ Rasûlellah! Size nasıl selâm vereceğimizi biliyoruz, fakat size, Ehl-i
Beytinize nasıl salât okuyalım?” diye sordular. Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurdu:
Şöyle deyin:
“Allahım! Efendimiz Muhammed’e ve onun âline (ailesine ve zürriyetine) salât et.
Peygamberin İbrahim’e ve âline salât ettiğin gibi. Allahım! Efendimiz Muhammed’e
ve onun âline (ailesine ve zürriyetine) bereket ihsan et, onları mübarek kıl.
Peygamberin İbrâhim’e ve âline bereket verdiğin gibi.”(Buhârî,
Ehâdisü’l-Enbiyâ, 10; Müslim, Salat, 65-69.)
Bu ayet ve hadislerden hareketle İmam Şafiî (rah), namazın son oturuşunda
Efendimize salât okumayı namazın farzlarından saymıştır. Getirilecek salâtın en
kısasının, tercih edilen görüşe göre “Allahümme salli alâ Muhahemmedin ve âlihi”
olduğu belirtilmiştir. (Şirbînî, Muğni’l-Muhtâc, I, 270 (Beyrut, 1997. Tahriçli
Baskı); Zuhaylî, el-Fıkhu’l-Islâmî ve Edilletühû, I, 670.)Yukarıda geçen sözle
bu kasdedilmiştir.
Meşhur şair Ferazdak, Ehl-i Beyt’ten Zeynelâbidin’i tanıtırken bir beytinde
şöyle söyler: “O öyle bir ailedendir ki, onları sevmek din, onlara buğzetmek
küfürdür. Onlara yakınlık kurtuluş ve emniyettir.” (Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ,
III, 139; Ibnu Hacer el-Heytemî, es-Savâiku’l-Muhrika, II, 574)
AHİR ZAMANDA GELECEK VE İSLÂMIN İZZETİNİ ÂLEME GÖSTERECEK OLAN Hz. MEHDÎ DE
(a.s) EHL-İ BEYTTEN BİR ZAT OLACAKTIR
Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz buyurmuştur ki:
“Dünyada kıyametin kopmasına bir gün de kalsa, muhakkak Allah o bir günü
Uzatacak ve benim Ehl-i Beytimden birisini ortaya çıkaracaktır. Onun ismi benim
ismime, babasının ismi de babamın ismine uyar. Daha önce zulüm ve haksızlıkla
dolu olan yeryüzünü adaletle doldurur.”
(Ebû Dâvud, Kitâbu’l- Mehdî, 4; Tirmizî, Fitcn, 52.)
“Mehdî benim sulbümden Fâtıma’nın evlâtlarından gelecek birisidir.” (Ebû
Dâvud, Kitâbu’l- Mehdî, 6; Ibnu Mâce, Fiten, 34)
“Mehdî benim Ehl-i beytimdendir; o açık alınlı ve kıvrık burunludur. Daha önce
zulüm ve haksızlıkla dolu olan yeryüzünü adaletle ve doğrulukla dolduracak ve
yedi sene hüküm sürecektir.” (Ebû
Dâvud, Kitâbu’l- Mehdî, 6.)
“Âhir zamanda Ehl-i Beytimden çıkacak ve müminleri toplayacak olan kimseye
yardım etmek, davetine uymak her mümine vaciptir. ”
(Ebû Dâvud, Kitâbu’l-Mehdî, 12; Ali Nasıf, et-Tâc, V, 344)
“Ehl-i Beytim yeryüzündekiler için bir emniyettir. Onlar gidince,
yeryüzündekilerin sonu gelir; kıyamet kopar.” (Taberânî, el-Mu’cemu’s-Sağîr, no:
318, el-Evsat, IV, 204.)
MANEVÎ NESEB VE İMAN BAĞI İLE RASÛLULLAH (s.a.v) EFENDİMİZE BAĞLI OLAN
MUTTAKİLER DE EHL-Î BEYTTEN SAYILMIŞTIR. ONLARI SEVMEK TE VACİPTİR
Bu konuda Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz buyurmuştur ki:
“Bütün muttakiler, Muhammed’in âlidir (ehl-i beytidir.)” (Ali
el-Muttakî, Kenzü’l-Ummâl, III, 89; (No:5624); Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, X,
269.)”Ehl-i
Beytimden bazıları kendilerinin bana insanların en evlâsı (en sevgilisi)
olduğunu düşünüyorlar. Hâlbuki durum öyle değildir. Şüphesiz benim içinizdeki
dostlarım, muttakilerdir. Onlar (nesep ve yer olarak) kim olursa olsun, nerede
bulunursa bulunsun, değişmez.” (Taberânî,
el-Mu’cemu’s-Sağîr, no: 318, Deylemî, Müsncd, I, 287 (No:904))
Rasûlullah (a.s), Muaz b. Cebel’i Yemen’e gönderirken, onunla birlikte
uğurlamaya çıktı. Kendisine tavsiyelerde bulundu. Muaz (r.a) binekte, Rasûlullah
(a.s) ise yerde yaya yürüyordu. Uğurlama yerine geldiklerinde Efendimiz(a.s):
“Yâ Muaz! Belki bu seneden sonra benimle burada karşılaşıp görüşemeyeceksin!”
buyurdu. Rasûlullah (a.s)’ın ayrılığından (ve bu işaret yollu vefat haberinden)
dolayı Muaz (r.a) ağladı. Sonra Rasûlullah (a.s) geri dönüp, Medine’ye
yönelerek:
“Benim için insanların en evlâsı (en yakını) her kim olursa olsun, nerede
bulunursa bulunsun, muttaki olanlardır.” buyurdu.(
Ahmed, Müsned, V, 235; Ali el-Muttakî, Kenz, III, 91.)
Allah Resulüne olan sadakati ve sevgisi İran asıllı Selman-ı Fârisî Hz.lerini
Ehl-i Beytin içine katmıştır. Selman (r.a) İslâm’a girişiyle ve Hendek
harbindeki ince siyaseti ile bütün ashabın gönlüne girmişti. Muhacirler: “Selman
bizdendir.”diye onu kendileri gibi görmüşlerdi. Ensâr ise: “Hayır, aslında
Selman bizdendir.” diye ona sahip çıkmak istemişlerdi. Allah Resûlü (s.a.v)
bizzat araya girdi ve: “Selman
bizdendir; Ehl-i Beytimizdendir”
(Ibnu Sa’d, Tabakât, IV, 83; Muhammed eş-Şâmî; Sübülü’1-Hüdâ, IV, 365.)
buyurarak, onu has dairenin içine aldı; kıyamete kadar hayırla anılacak grubun
içine kattı.
İman, sevgi ve takva yolunda hizmet ile herkes bu şereften bir derece pay sahibi
olabilir. Bu kapı herkese açıktır. “Allah’ın dostları ancak muttakilerdir.” (Enfal/34)
âyeti nazil olunca, Hz. Resûlullah (s.a.v): “Benim dostlarım ancak
muttakilerdir.” (Hâkim, Müsterdek, II, 328; Ibnu Kesir, Tefsir, IV, 51)
buyurarak, işin esâsının iman ve takva olduğunu belirtti.
Bir kimse, hem Allah Resûlünün temiz nesebine, hem de edebine vâris ve sahip
olursa, o nur üstünü nur olur. Böyle olduğu için, geçmişte ve günümüzde, takva
imamlığını en liyakatli şekilde temsil eden onlar olmuşlardır. Yani, irşad
kutubluğu, Ehl-i Beytin şerefli mensubu ariflere nasib olmuştur. Bu, Allah
Rasûlü’nün (s.a.v) kıyamete kadar devam eden nübüvvetinin bir tezahürüdür.
Velâyet, nübüvvet mucizesinin bir devamıdır ve bu nur en parlak şekilde o
nübüvvetin sahibi Hz. Muhammed (s.a.v) Efendimiz’in evlâtlarında zuhur etmiştir
ve hâlen de etmektedir.
Allahım! Bizi Ehl-i Beyt sevgisiyle yaşat ve o sevgi içinde hasret. Bizi takva
ile şereflendir; rızâ ve cemâlinle sevindir. Âmîn, bi hürmeti Seyyidi
‘1-Mürselîn. Velhamdü lillahi Rabbilâlemin.
Naksiyiz.biz / Alıntıdır.